30 Eylül 2012 Pazar

OSS-LO YA OSS-LO YA

Millet olarak dik çıkışları severiz, sert başlıyızdır bayrak ve vatan kalbimizdeki sevgisi kayalaşmış sembollerdir. Birisi teroristle müzakere mi ediyor, yardım ve yataklıkmı yapıyor, linç ederiz toplumdan dışlarız. Bayrak yere düştüğü zaman alırız öperiz başımızın üzerine koyup gölgesinde yaşarız. Bunları yaparız da birde çabuk unuturuz sindire sindire dikte ettirilir anlamadan yaşarız, 3 sene sonra aynı konu gelir önümüze konur anti depresan almışcasına ölü balık gibi bakarız. Japon balıkları gibi dön sağa dön sola karşından piranamı gelmiş yada cavsmı umursamadan gir ağzına misali.

Gelelim başlığımıza oss-lo görüşmelerinin basına sızdırıldığı andan itibaren milletçe ayaklanmış, sağ sol partisi demeden teroristle müzakere olmaz anlayışını herkes kabul etmişti. Açıklamalara bakarsak milletden korkan yetkililer başkalarını karalayıp oy kaybına tahammül edemeyeceklerini ortaya koydular, e bilinirki bu ülkede din ve milliyetçilik üzerinden aldığın oylar iktidara taşır, ikisininde ortak noktası bayraktır yani milliyetçilik kalıbı yıkılmaz parçadır.Gelelim günümüze 2 haftadan beridir teroristle müzakere için açıklama yapan hükümet ardı arkası kesilmeyen söyleşilerle milleti yavaş yavaş sindirdi. Kanın durmasını isteyen şehitlerin olmamasını isteyen millete teroristle müzakere iyi birşeymiş gibi dikte edildi. İşin garip yanı bizde bunu fena bir şekilde yedik şuan hazmetmeye çalışıyoruz yani görüşmelerin olmasına ve sonuca bağlanmasına. İşin kısası oss-loya oss-loya kabul ettik sindirdik hatta yandaş olduk. Eğer gerçekten ecdadınız söylediğiniz gibi Osmanlıysa, Osman Gazi ise Orhan Gazi ise Fatih Sultan Mehmet ise Sultan Süleyman ise Mustafa Kemal Atatürk ise teroristle müzakere yerine mücadele edip kelle alırsınız. Bunun kafatasçılıkla alakası yok bayrağım vatanım için gerekli olanlar sadece, ecdadımızda bunu yapmasaydı viyana kapılarına dayanamazdı, kurtuluş savaşında 1 türk askerine 10 anzak askeri düşerken cepheyi savunamazdı. İhtiyaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttu.

Şehit kanları kurumadan dost olarak barzaniyi seçerken yer alan zihniyet, davosta israile kafa tuttuktan sonra arap baharını başlatmak ve sonrasında israilden fahri nişan madalyasını aldıran zihniyetle aynı. Sürekli sövülen ülkeden fahri nişan almak eğer kafanızı karıştırmıyorsa şöyle devam edeyim, verilen nişan tarihine bakarsanız israile büyük hizmet edenlere ve hizmet etmek için seçilenlere verildiğini de göreceksiniz. Aslında israile söverken, israilin orta doğudaki büyük amacına ulaşması için elçi olduğunuda anlayamamış olmamız ne acı. Arap baharı başladıktan sonta tek tek arap ülkelerinde çatışmalarda başlatıldı, İran önündeki on yılı görerek tavır aldı çünkü ortadoğuda güçlü israil istemediği için suriyenin yanında yer aldı. Kafanız çok karıştıysa hepsini kronolojik sıraya göre dizin toplayın size BOP çıkar yani büyük ortadoğu projesi eşittir israil.

Saygılar bizden ...

Not: Kişiler ve kurumlar hayal ürünüdür, yaşamaya devam edin.

27 Eylül 2012 Perşembe

OLUR ARA-DA!

Selam naber! bu sıkışmışlık içerisinde yaşadığımız mecburi günlerde derdinizi dillendirmeye geldim.

Yaz biterken aklımızda kuş cıvıltıları deniz kokusu, keşke daha çok denize girseydim, keşke daha çok ağaç altında kahvaltı yapsaydımların keşkelerini yaşarken, soğuk esen rüzgara inat tişörtlere şortlara veda edemedik. 5 gün grip olup salgın var ya yoksa sorun bende değil havasına büründükten sonra çıkan ilk rüzgarda ,bulutların güneşin önüne set çektiği seni bırakmam bilader yeter artık benim sıram geldi, şöyle bir geri dur dediği ilk günde outletden aldığımız kabanları giymedik mi, giydik. Sonra yolda yürürken pişman olmadık mı olduk, ilk önce çevredekilere bakıp bunlar manyakmı ya bu havada tişörtlemi dolaşılır sözünün 5 dakikası geçmeden kabanın ön düğmelerini açmak, bu eylemden de 5 dakika geçmeden kabanı çıkartıp eline almak, işte dünyadaki en büyük eziyet buydu bizim için elde kaban taşımak. Taşımak olsa yine iyi cepheye top mermisi taşısak bu kadar yorulmayız, saatlerce elimizde kalan kaban, trisepsleri şişirirken psikolojiyi tırlatma seviyesine çekiyor ayrıca yaşlanmayı hızlandırıyordu, e bu kadar dert saç döker mazallah..

Aynı durumu kış biterken yaşayan insan güneş gördümmü aldanma, lafını hatırlayıp çevresine aldanıp şuursuzca açılmak saçılmak için, kafesinde avını bekleyen kapısı açılınca saldıran aslan gibiydi. Pencereden güneşi gören insan sıcaklığı hissedemediği için tişörtle kendini sokağa attıktan 10 dakika sonra eve geri dönüp annesinden hırkasını da istedi. 

Biz hep aralarda kalırken, ortama tam uyum sağlayamadık herhalde, koşullayamadık bir türlü kendimizi. Buda günün sözü olsun SEVGİLER SAYGILAR..

25 Eylül 2012 Salı

BOZKIRIN TEZENESİ NEŞET ERTAŞ !

Babasıyla beraber gurbetlikte o düğün bu düğün demeden yıllarca babasının ve kendisinin besteledikleri bozlakları, adım adım anadolunun bağrına işlediler. İstanbul da keşfedildiğinde plak yapmak için yapımcılar onu sömürmekten başka birşey yapmadı, yılmadı didindi, bu ülkede yaşayan her insanın  aklına iğne gibi işledi türkülerini, kimseye magazin malzemesi olarak büyümeyi değil gönül bağında yükselerek tanınmayı seçti.

Neydi biliyor musunuz beni isyan noktasına getiren durum, yaşam hayatı boyunca reyting malzemesi olmamış bir kere bile magazin programlarında ne konserini ne adını duyduğumuz üstad, ölüm haberi video şeklinde hazırlanmış, her sabah programının ekranlarında yer alıyor. Yaşarken rant elde edemedikleri adamın ölüsünün daha çok değer kazanacağını zannedip duygusal bir kaç tane türküsü eşliğinde resimlerini döndürmek içlerindeki vefasızlığın vefasını göstermek, tıpkı aşık veysel gibi, muzaffer sarısözen gibi, karacaoğlan gibi, pir sultan abdal gibi, erzurumlu emrah gibi, aşık mahsuni şerif gibi, yaşarken kıymeti bilinmeyip öldüğünde efsaneleşen dillerden düşmeyenlerin arasına gönderdik büyük üstadı. Galiba milli karakterimizdi bu, yaşarken yermek, öldüğünde ise ego tatmini için göğe çıkarmak. Bir kaçtane kaldı halk ozanımız onları da hala saçma sapan programlara çıkarmak için çaba sarfedenlere sözüm, onlarda gittikten sonra bir albüm popüler müzik, bir albüm halk müziği çıkaranları dinlemeye muhtaç kalıcaksınız, size küfreden aşağılayan sadece 10 kelimelik şarkıları dinlemeye ve kandırılmaya muhtaçsınız. Sanatçı denilen kelime, parayı bastırıp albüm yapanlara yakışıyorsa, halk ozanlarımız sanatçı değil ilahtır benim gözümde.

Ah şu yalan dünyada, gönül bağımızı dağlayıp gittin, zülüf dökülmüş yüzüne hasret kalacağız, yazımızı kışa çevirdin viran eyledin gönlümüzü bozkırın tezenesi ORADA GÖRÜŞMEK ÜZERE HOŞÇAKAL....

12 Eylül 2012 Çarşamba

12 Eylül Anneleri!!



Başlıktan da anlıyacağınız gibi, en çok onları derinden yaralamıştı 12 eylül darbesi, tarifi imkansız acılar, kapanmaz yaralar, psikolojik sorunlar kalmıştı ardından. Kiminin oğlu, yeğeni, kardeşi, abisi, amcası, dayısı, dedesi vs. yani hayattan kopartacak kadar yakınları, yapılan işkencelerle idamlarla öldürülmüştü. Ölenler mi çok acı çekti yoksa kalanlar mı sorusu  duyguları tırmalarken, bu güne kadar gelen, eylül anneleri platformu kalanların daha çok acı çektiğini, acılarını kalplerine gömüp soğuk mermer başında ağlamak istediklerini tüm Türkiye olarak bilir olduk. 12 Eylül darbesinin kalıntısı sadece ortak acılar değil, ülkeyi muasır medeniyetler seviyesinden koşarak uzaklaşmasını da sağladı. İnsanların karneyle ekmek, gaz, yağ, şeker aldıkları günlerde, parası olmayanın günlerce aç kaldığı açlıktan ölündüğü günlere zemin hazırladı. Kimin neden öldürüldüğü, neden işkence edildiği yıllar geçse bile hala günyüzüne çıkmış değil. İnsanların gazete okuduğu için, kitap okuduğu için, şarkı dinlediği için, işkence edilip mezarı olmayan ölümlere yol açılmıştı. Platonik sevgilere yol açmıştı darbe, birbirlerine hiç açılamayan sevgileri öldürmüştü, çoğu genç kız aşklarının mezarlarında bile ağlama şanslarını bulamamıştı çünkü mezarları bile yoktu. Bir darbe sabahında kapısında tanklarla uyanan halk, felaketin başladığından habersiz anlamsızca yerel ajanslardan neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Ölenlerden işkencelerden haberleri varmıydı bilinmez fakat bir bilinmeze doğru sürükleniyorlardı artık. Acımasızlığın dişleri kendini gösterip bir daha telafi edilmeyecek acılara doğru yelken açarken, Kenan Evrenin bildirileri ajanslardan halka yayılıyordu. Bu eylül gününde kaybettiler sevdiklerini, cansız bedenleri için allaha ne kadar yalvardıklarını allahtan başka kimse bilemez. Darbeden sonra yeni doğmuş bebeklere en çok konulan isimdi Kenan-Evren, şimdi ise müebbet hapis için peşinden koşturduğumuz kişi... ortak acılarımızın sebebi olan kişi karşısında bizdeki bu tutarsızlık galiba Atatürk döneminden sonra neden bir adım ileri gidemediğimizin bir açıklamasıdır. Unutmayın ki darbe yeniliği değil, acıyı kederi getirir

Fakirlik zaruret beni ölümle korkutsa da, ben hürriyeti esirliğe değiştirmem. Mevlana

9 Eylül 2012 Pazar

PAZAR P-AZAR

Selam gençlik, sınavlarda bitti acilen toparlanmalıyım, okumalıyım, çalışmalıyım. Bir yığın şey birikmiş erteleye erteleye, okuyacağım kitaplardan bir tanesi Kemal Okuyandan Stalini Anlamak, okuduktan sonra tavsiye ederim falan filan. Tabi günlerden pazar, kapitalist sistemin işleyen çarklarının, dişlilerini oluşturduğum için pazar günü tatil haram bana. Dışarıda çılgınlar gibi eylenenleri gördükçe içim paramparça oluyor neden allahım neden diye isyan ederken, çevremden gelen kanka avemeye gidekmi sorusuyla kendime geliyorum. Sıcak esen rüzgar caddelerdeki kalabalığın ruhunu okşarken, akşam nasıl olucak telaşına kapılmadan edemiyorum. Eskiler geliyor aklıma olsada oynasak cinsinden bir akraba düğünü, yardıra yardıra, popodan penisilin yemiş gibi attıra attıra. Derken araba kornasıyla irkildim hayal kurarken yolu ortalamışım maşallah.

Pazar günü insanlardaki şekil kraliyet ördeği gibi süslü, ohh mis zamlar borçlar bizi ilgilendirmez biz havamıza bakarız, umrumdamı dünya tarzı vatandaşlara rastlamak yüzde yüz ihtimal. Haftanın yorgunluğumu sizi böyle yapan, yoksa maskeylemi dolaşıyorsunuz olum siz. Yolda yürürken kolbastı oynamak ne lan insan pazar geziyor diye kolbastı oynarmı yapraamm. Bak ağzımı bozucam şimdi, hem neden iki kişi falan gezmiyorsunuz siz, bütün köyü toplamışınız lan 15 kişi yan yana yürürmü bir yolda, işe giden var otobüse yetişecek olan var, bilerek mi yapıyorsunuz laleler. He bide böğüre böğüre neden konuşuyorsunuz ben senin nereye gideceğini bilmek zorundamıyım? yada havan kime yabancı nerenin tezeğisin sen.

Neyse attım metroya kendimi herzamanki gibi cıa görünümlü güvenliğe selam çaktıktan sonra yürüyen merdivenlerden soldan kaptırıverdim aşağı doğru, malak gibi duranlara arkadan sağlam bir palding koyardım ama işe geç kalıyorum uğraşamam. Bu pazarıda yedik gençler hadi bakalım, en sevdiğim noktaya geldik yarın pazartesi yiyin lan birbirinizi sendromunuzla bende ılık rüzgara karşı kahvemi yudumlarken sizin ruh halinizi çözümlerim. Sea you

Palding: Kıck boxda bir tekme biçimi.

2 Eylül 2012 Pazar

DON'T PARA-LİMPİK OLİMPİYATLARI!

Yazıma hızlı bir giriş yapayım diye düşünürken sakinleşmek için kolonya banyosu yaptım. Londra olimpiyatlarında ne gururlanmıştık ama koskoca olimpiyatları 5 madalyayla tamamlarken g.t tavan yapmıştı. 30 ağustos da bu kadar sevinmedik, sadece bizmi sevindik sanki, siyasiler trt falan koptu gittiler, sporculara gecenin bir yarısı telefonlarmı açarsın, kampa baklavalarmı göndermediler, canlı yayında al başbakan arıyor diye telefonumu iteklemediler. Çok destek vardı çok, hatta mütehayyit amcalar daire falan verdiler, daire işin içine girdiyse olay tamamdır geleceği garantiye almak önemli.

Neyse bitti gitti olimpiyatlar derken bir olimpiyat daha başladı, sporun bedenle değil ruhla yapıldığını ispatlayan bir olaydı bu 2012 Paralimpik Olimpiyatları. Vaktim olduğu kadar takip etmeye çalışıyorum biraz zorlanıyorum aslında, teknoloji çağında olmamıza rağmen çünkü, medyayla paralel gelişen siyasi baskı falan azaldı, gündeme gelmiyor bile, sporcularımız çatır çatır madalya alırken köşeye bir haber sadece, bazı yayıncı kuruluşlar ise onu bile yapmıyor, bencede haklılar başbakanın, bakanın olmadığı yerde reytingde yoktur mantığı. Olimpiyatlardan önce gerçekleşen yemekte, siyasiler yardımcılarını göndermişler, biz engeli olmayanlara yardımcılar sizlere düştük mesajı buram buram kokuyordu. Ama haklarını yemeyelim bir tanesi telefonla aramış diğeri selam yollamıştı. Engelin para etmediği reyting almadığı, insanlarımızın ucube gözüyle baktığı bir ülkede tabikide gündem her zaman başkadır, çünkü düşünceler engellidir. Neyse aslında daha iyi aramadıkları sormadıkları, günü 2 madalyayla kapatıyoruz. Basketbol milli takımımız, basketbol ilahı olan abd'yi rezil etti, Nazmiye Muslu halterde 106 kilo kaldırarak paralimpik rekoru kırdı, Çiğdem Dede halterde 105 kilo gümüşü aldı, Korhan Yamaç atıcılıkta gümüşü vurdu, bunlar 2 günde oldu devamı gelecektir eminim..

Mücadelelerini gözlerim dolarak izliyorum, para için, çeyrek altın için değil, farkındalık yaratmak için, bizde burdayız, görmeseniz de düşüncelerinizle ezseniz de bedenimizle değil ruhumuzla burdayız. Mesajlarını duyar gibiyim, sizlere son bir tavsiyem olsun; Görme engelli birini karşıdan karşıya geçirirken ona yolu öğretmeyin, onu beşeri canavarlardan koruyun...