24 Kasım 2012 Cumartesi

ÖĞRET-MEN

           İki kere tıklattım kapıyı, o tok sesiyle gel dedi, hafif araladım kapıyı utancımdan yüzümdeki renk değiştirmesi kulaklarıma ateş yaparcasına karışık duygular haline sokuyordu. Korkuyormuydum yada geç kalmanın utangaçlığınımı yaşıyordum, arada kalmışlık yaşarken kurt gibi bakan gözleri baştan aşağı süzmeye başladı beni, gömleğimin yakası sırtıma dönmüştü koşmaktan, ayakkabılarım çamurda top oynamışcasına kirliydi. Nerdeydin evladım sözü ilişmişti kulaklarıma, içerisinde her anlamı barındıran o sözcüğü ondan başka kimse söyleyemezdi herhalde, ne diyecektim ki uyuya kaldım mı? Tabiki de diyemezdim sustum, kesilecek koyun gibi melül melül bakmaya başladım, ikinci seslenişinde kalp atışlarımı duyar gibi oluyordum artık. Herkes bana bakıyordu vereceğim cevaba kilitlenmişti kulaklar, belkide sabah sabah aksiyon istiyorlardı onlarda yada benim yerime de korkuyorlardı.Üçüncü seslenişten sonra alçak dalış yapan kuş gibi ruhum gittikçe çakılıyordu, karar verdim söylecektim ve söyledim -uyuya kaldım- derin bir sessizlikten sonra ayağa kalkıp usul usul yanıma geliyordu, kafamı montumun içine soktum yiyeceğim tokatın şiddetini azaltmaya çalışıyordum. Bir el okşadı yüzümü sıcaktı güven verici ses tonuyla -akşam erken yat evladım- dedi. O anda içimden ağlamak da geldi, gülmekte, aslında o an içimden öyle şeyler geldiki hepsinin sonucu sarılmakla bitiyordu. Üşümüş kedi gibi sırnaşıyordum, kokusunu hissettim vatan kokuyordu, anadolunun sarp dağları gibi geçilmez duruyordu, gözlerinden ve sözlerinden akan bilgi pınarı hepimizi etkisi altına alıyordu. Yavaş adımlarla sırama oturdum, o tahtaya yazı yazarken tebeşirin çıkardığı sesler kulağımda o ana kadar duyduğum en güzel melodilerin oluşmasına sebep oldu. Konuşunca gök gürültüsü gibi yağan fakat zarar vermeye kıyamayan bir doğa olayı gibiydi o ÖĞRETMEN'di.

15 Kasım 2012 Perşembe

KAR-A KIŞ GELMELİSİN !

          
          Selamlar uzun zamandan beri hava muhalefetinden dolayı, beyincik hücrelerimde oluşan karışıklığın verdiği sebebiyetle yazamamaktayım. Sadece buraya değil, bankada makbuzu veren veznedara bön bön bakmaktayım, eczanede ilaç için adresimi isteyen eczacıya bakmaktayım, kısacası ismimi bile yazamamaktayım. 
          Düşün düşün bir hal oldum, balkanlardan gelen soğuk hava dalgasıyla, afrika sıcaklarının çarpışması sonucunda bedenimi ele geçirmeye çalışan enfeksiyonlarla savaş halindeyken, gemileri karadan yürütüp savaşı kazandım. Bana bir haller olmuş cümlesinin anlam derinliklerinde bir uyarıya rastladım, beni bu hale getiren gitmeyen yaz, gelmeyen kış, yağmayan kardı. Halbuki bütün kışlıklarım hazırdı, tişörtleri, inceleri kaldırdık, kalınları, kazakları çıkardık, gardıroptaki en güzel yeri onlara tahsis ettik. Sabah yüzünü gösteren güneş iş dönüşü rüzgarla birlikte ısıyı düşürünce yol ortasında, mağaza kabinindeki gibi hızlı değişimlere sebebiyet verdi, bazen de veremeden, ince soğuk bedenimize işledi. Terleyen vücut, soğuk rüzgarı derisinin gözeneklerine hapsederken, burun ucu kırmızılığı bir şeylerin habercisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Yazdan kalma son yapraklarda ezilme korkusuyla kaldırımların en tenha köşelerini kapma derdindeyken, hafif hafif kokan kestane dumanı korna sesiyle birleşince, trafik-kış ikilisini çakıştırıyordu ruhlarda. Belki sıcak bir salepçi olsaydı iyi gelecekti üşümüş bedenlere, fakat kapitalist düzen onuda tekelleştirmiş, küçük paketlerin içine toz halinde hapsetmişti. Bu sebeplerden dolayı kar-a kış gelmeli artık, giyinmeliyiz en kalınından, gözlerimiz sadece görülmeli, ayakkabımızı bağlarken eldivenleri çıkarmalı ellerimiz, aksi taktirde arada kalmak, kıldan köprüden geçmekten daha zormuş.
          Söz veriyorum kış gelirse daha çok yazıcam, daha çok düşünebilecek bu beyin, daha çok betimleyebilecek. Yazıma burada son verirken mandalinasız günler olmasın dileğiyle Saygılar benden efenim..

4 Kasım 2012 Pazar

BU SABAH !

           


           Günaydın diye başlamayacağım sözüme, kapitalist düzenin hizmetkarlarından olan ben ve bizler bu sabahta çalışmaya başladık. Halbuki pazar kahvaltısı yapıcaktık ailecek, televizyonda kovboy filmi dönücekti, biz kızarmış ekmeklerimizin üzerinde kaymak bal ikilisini seviştirirken. Masaya sürekli gelen reçele takılacaktı gözümüz 1 seneden beri aynı miktarda oluşuna hayretle bakacaktık fakat yine de dokunmayacaktık ona, bitsin diye ebeveynlerimiz zorlayacaktı bir kaşıkta bundan yesen nolur diye. Masa da balın, sütün ne kadar faydalı olduğundan söz ederken yine de yememenin hesaplarını yapıp sofradaki etgillerden aşırmaya devam edicektik. Babam kızacaktı bir daha size sucuk salam yok diye, bir sonraki haftaya biz yine sucuk salam yiyecektik, babam yine kızacaktı..

          Kahvaltı öğlene kadar sürecekti, hatta öğle yemeğiyle birleşip ortaya karışık olacaktı. Kovboy filmi bittikten sonra ekonomi haberleri, biraz evdeki havayı sertleştirse de lodos evde yerini samyeline bırakacaktı. Muzur çocuklar gibi ellerimizde çay bardakları televizyon karşısında dünyayı kurtatırken, annemden gelen koltuklara çay damlatırsan sana sildiririm uyarısıyla kendimize çeki düzen vericektik.

          Özlediğim pazar kahvaltısını insanlara hizmet için ve geçim kaynağım için şimdilik erteliyorum. Fakat  2 ay sonra dünyaya gelecek oğlumu pazar kahvaltısından ve kovboy filmlerinden eksik bırakmayacağım. Saygılar..